İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİNDE İŞVERENİN HUKUKİ SORUMLULU
Av. Helin KARAKUŞ
Makalenin tamamını PDF olarak indirmek için lütfen linke tıklayınız
İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİNDE İŞVERENİN HUKUKİ
SORUMLULUĞU
I.
İŞ
SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KAVRAMI VE AMACI
A.
İş
Sağlığı ve Güvenliği Kavramı
Temel olarak iş sağlığı ve güvenliği kavramı;
işçilerin, işin yapılması esnasında, işyerindeki fiziki çevre koşulları
nedeniyle maruz kaldıkları sağlık sorunları ve mesleki risklerin tamamen
ortadan kaldırılması veya azaltılmasını ifade etmektedir. İş kazaları ve meslek
hastalıklarının önüne geçmek için gerçekleştirilen tüm eylemler bu kavramın
konusunu oluşturmaktadır.
İş sağlığı,
işçinin yaptığı iş dolayısıyla ve işyerinde kullandığı araç ve gereçler
sebebiyle herhangi bir tehlikeye maruz kalmaması veya bu tehlikenin
olabildiğince aza indirgenmesini kapsar. İş sağlığı ile kastedilen, işçinin
yalnızca bedenen iyi olması değil, aynı zamanda ruhen ve sosyal yönden de iyi
olmasıdır.
İş güvenliği
ise, çalışma ortamında ve çalışma sırasındaki tehlikelerin ortadan kaldırılması
veya azaltılması konusunda işverene ve gerektiğinde işçiye getirilen
yükümlülüklerin tamamıdır. İş güvenliğinin kapsamında, işverene getirilen
yükümlülükler yanında, devletin de bu yükümlülüklerin yerine getirilip
getirilmediğini denetleme görevi bulunmaktadır.
B.
İş
Sağlığı ve Güvenliğinin Amacı
Sanayi devrimi ile işçilerin sağlığını olumsuz
yönde etkileyen çalışma koşulları ortaya çıkmış ve bu durum iş sağlığı ve
güvenliği tedbirlerini zorunlu hale getirmiştir. İş sağlığı ve güvenliği ile
amaçlanan; çalışanların, iş kazaları ve meslek hastalıklarından mümkün mertebe
korunmasıdır. Kaza ve hastalık ortaya çıktıktan sonra oluşan zararın telafisi
ise telafi boyutunu oluşturmaktadır. Ayrıca, iş sağlığı ve güvenliği, geniş bir
perspektiften bakıldığında toplumun çıkarlarını korumayı da hedeflemektedir.
Öyle ki bir çalışan kaza geçirdiğinde, bu durum önce kendisini, sonra ailesini
ve en nihayetinde toplumu etkileyecektir.
İş sağlığı ve güvenliğinin üç temel amacı
bulunmaktadır: çalışanların korunması, üretim güvenliğinin sağlanması
ve işyeri güvenliğinin sağlanması.
Çalışanların korunması, çalışanların iş kazası
ve meslek hastalıklardan korunması için önlemler alarak onların yaşam ve vücut
bütünlüğü ile çalışma, sağlık ve yaşam haklarının güvence altına alınmasını
ifade eder.
Üretim güvenliğinin sağlanması ise, iş
veriminin artması ile üretim sürekliliğinin temin edilmesini kapsamaktadır. İş
sağlığı ve güvenliğinin sağlandığı, çalışanların iş kazaları ve meslek
hastalıklarına yakalanmasının önüne geçildiği bir ortamda, işgücü ve işgünü
kayıplarında azalma gerçekleşeceği için üretim güvenliği sağlanmış olacaktır.
II.
GENEL OLARAK İŞ KAZASI VE MESLEK HASTALIĞI
Sorumluluk hukuku yönünden iki ayrı iş kazası
ve meslek hastalığı bulunmaktadır: sosyal
güvenlik hukuku bağlamında iş kazası ve meslek hastalığı ile bireysel iş hukuku bağlamında iş kazası ve
meslek hastalığı. Bu iki farklı bağlamdaki iş kazası ve meslek hastalığı
kavramları ile bunların doğurduğu hukuki sonuçlar farklılık göstermektedir
Sosyal güvenlik hukuku bağlamında iş kazası
veya meslek hastalığı için gerekli koşullar şunlardır: 1) iş kazasına veya meslek
hastalığına maruz kalan işçinin SSGSSK madde 4 uyarınca sigortalı sayılması, 2)
SSGSSK madde 13 veya 14’te sayılan durumlardan birinin meydana gelmiş olması,
3) bunun sonucu olarak işçide bedensel veya ruhsal bir zararın meydana gelmiş
olması ve 4) işçinin uğradığı zarar ile iş kazası veya meslek hastalığı
arasında nedensellik bağının bulunması.
SSGSSK’nın 13.maddesinde iş kazası bir kavram
olarak tanımlanmamakla birlikte, hangi hallerin iş kazası olarak kabul
edileceği belirtilmiştir. Buna göre, “İş
kazası; a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, b) İşveren tarafından
yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız
çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle, c) Bir işverene bağlı olarak
çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi
nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, d) Bu Kanunun 4 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın
sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş
gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya
da ruhen engelli hâle getiren olaydır.”.
SSGSSK madde 14 uyarınca meslek hastalığı ise:
“sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin
niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden
uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik
halleridir.” Meslek hastalığı, sigortalının sırf mesleğini yapmasından
dolayı, ruhen veya bedenen hastalanmasını ifade eder ve iş kazasından farklı
olarak aniden ortaya çıkmayıp belirli bir sürenin sonunda meydan gelir. Yani iş
kazası ani olarak meydana gelirken, meslek hastalığı tekrarlanan bir sebebin
sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Bireysel iş hukuku anlamında iş kazası veya
meslek hastalığı için şunlar gerekmektedir: 1) bir iş kazası veya meslek
hastalığının meydana gelmiş olması, 2) bu iş kazası veya meslek hastalığının
yürütülen işin sonucu olması, 3) işverenin kusuruyla iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerini almamış olması, 4) bu sebeple işçinin bir zarara uğraması ve 5) bu
zarar ile ortaya çıkan durum arasında nedensellik bağının bulunması.
III.
İŞ
SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ YÜKÜMLÜLÜKLERİNE UYMAYAN İŞVERENİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
A.
Genel
Olarak
İşverenlerin, işçilerin iş kazaları ve meslek
hastalıkları sebebiyle uğradıkları zararlar bakımından, Anayasadan,
kanunlardan, hukuki düzenlemelerden ve sözleşmeden kaynaklanan birçok
sorumluluğu bulunmaktadır. Bunlardan biri de işverenin tazminat sorumluluğudur.
İşveren, gerekli iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerini almayarak işçinin iş kazası veya meslek hastalığına maruz kalmasına
sebep olursa işverenin tazminat sorumluluğu doğacaktır. İşverenin, kanuna ve
sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün
zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini,
sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir. (TBK madde
417/3).
Bununla birlikte, işverenin iş sağlığı ve
güvenliği yükümlülüklerine aykırı davranması nedeniyle doğan zararların tazmini
haksız fiil sorumluluğuna da dayandırılabilecektir. İşveren bu davranışıyla, doğrudan kişi
varlıklarını korumayı amaçlayan iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin normların
ihlal etmiş olacağı için bir haksız fiil meydana gelecektir. Dolayısıyla,
işçinin tazminat istemesi hususunda haksız fiilden doğan dava hakları ile
sözleşmesel sorumluluktan doğan dava hakları yarışacak ve işçi, bunlardan
herhangi birine dayanarak tazminat talebinde bulunabilecektir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, işverenin hukuki
sorumluluğu sadece işçi ve hak sahiplerine karşı değildir. Sosyal Güvenlik
Kurumu da yapmış olduğu sigorta yardımları için işverene rücu edebilecektir.
(SSGSSK madde 21).
İşverene karşı açılacak maddi, manevi ve
destekten yoksun kalma tazminatlarına ilişkin davalar, TBK madde 146 uyarınca
genel zamanaşımı süresi olan on yıllık zamanaşımına tabidir.
B.
İşverenin
Hukuki Sorumluluğunun Niteliği
Sorumluluk, zarardan sorumlu olan kişiyi
gösteren ve mağdurun, uğradığı zarar için zarar verene karşı talep hakkını
düzenleyen kurallar bütünüdür. Geniş anlamda ise bir kimsenin başka bir kimseye
verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanabilir.
Öğretide işverenin, iş kazası ve meslek
hastalığı sebebiyle hukuki sorumluluğunun niteliği konusunda görüş birliği
yoktur. Bu konudaki görüşler genel olarak,
kusur sorumluluğu ve kusursuz
sorumluluk olarak ikiye ayrılmaktadır.
1.
Kusur Sorumluluğu
Görüşü
İşverenin sorumluluğunu kusur sorumluluğuna
dayandıran yazarlar, bu sorumluluğu işverenin işçiyi koruma gözetme borcu
kapsamında değerlendirmektedirler. Bu görüşe göre, işverenin sorumluluğu TBK
madde 112 kapsamında olup sorumluluğun doğması için “kusur” kurucu unsurdur.
Ancak işverenin sorumluluğunun doğabilmesi için “kusur” şartı ile birlikte,
zarar, nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının da bulunması gerekir.
Bu görüşün dayandığı diğer bir husus, kusursuz sorumluluk ilkesinin kabulü için
bunun kanunda açıkça öngörülmüş olması gerekmesine rağmen İş Kanunu ile İş
Sağlığı ve Güvenliği Kanununda kusursuz sorumluluk ilkesine yönelik herhangi
bir düzenleme bulunmamasıdır.
İş sağlığı ve güvenliği bakımından kusur,
işverenin sözleşme veya mevzuat kapsamında kendisine ilişkin olarak getirilen
yükümlülüklere aykırı davranmasıdır. Fakat bazen mevzuatta düzenlenmediği halde
alınması gerekli görülen tedbirler de bu kapsamda değerlendirilir. İşverenin sorumluluğunu kusur sorumluluğuna
dayandıran görüş ile ilgili olarak yapılan temel eleştiri, kusurun mevcut
olmaması durumunda zararın her zaman mağdura yükletilmesidir. Ancak biz bu
eleştirilere katılmamaktayız, öyle ki, tüm yükümlülüklerini yerine getiren bir
işverenin, tamamen kontrolü dışında meydana gelen iş kazaları veya meslek
hastalıklarından sorumlu tutulması hakkaniyetle bağdaşmayacak ve iş sağlığı ve
güvenliği tedbirlerinin amacını ve sınırlarını aşacaktır.
2.
Kusursuz
Sorumluluk Görüşü
Bu görüşü savunanlar, işverenin kusuru
bulunmasa dahi sorumlu tutulması gerektiğini kabul etmektedir. Dolayısıyla,
kusur, sorumluluğun oluşması için bir kurucu unsur olmaktan çıkacak ve illiyet
bağı yani kanunlarda belirlenen olguların bir zararın oluşmasına neden olması
işverenin sorumluluğunun doğması için yeterli olacaktır.
İşverenin kusursuz sorumluluğunu kabul eden
yazarlar, kaçınılmaz bir sebeple iş kazası meydana geldiğinde, zararın işçiye
değil işverene yükletilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Kaçınılmazlık,
Yargıtay içtihatları uyarınca, işveren tarafından gerekli tüm önlemler alınmış
olmasına rağmen beklenmeyen ve bir öngörülemeyen bir sebeple iş kazasının
gerçekleşmesidir. Yukarıda belirttiğimiz üzere bunun hakkaniyete uygun
olmayacağı görüşündeyiz.
Kusursuz sorumluluk görüşünü savunan yazarlar,
görüşlerini farklı ilkelere dayandırmaktadırlar. Bunların bir kısmı “kanun
boşluğunu doldurma” yöntemine, bir kısmı “hakkaniyet” esasına, diğer bir kısmı
ise “tehlike yaratma” ilkesine dayandırmaktadırlar. Hakkaniyet esası, iş kazası
sebebiyle birçok sıkıntı çeken işçinin bu sıkıntılarına, kusuru olmasa bile
işverenin de katlanması gerektiğini öngörmektedir. Tehlike yaratma ilkesi ise,
işverenin işletmesinin tehlike arz etmesi durumunda işverenin kusuru olmasa
dahi yapılan işin niteliği çerçevesinde sorumlu olmasını ifade etmektedir.
Kanun boşluğunu doldurma yöntemine ilişkin olarak Eren, işverenin iş kazası ve
meslek hastalığından kaynaklanan sorumluluğunun hukuki dayanağı hususunda kanun
boşluğu bulunduğunu ve hâkimin, TMK’nın 1. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca bu
sorumluluğu tehlike sorumluluğuna dayandırarak kusursuz sorumluluk görüşünü
benimsemesi ve kanun boşluğunu doldurması gerektiğini öne sürmüştür.
3.
Yargıtay’ın
Görüşü
İşverenin hukuki sorumluluğunun niteliği
konusunda Yargıtay istikrarlı bir çizgi izlememiştir. Ancak son dönemlerde verdiği kararlarda
Yargıtay’ın kusur sorumluluğu ilkesini kabul ettiği görülmektedir. Örneğin
Yargıtay vermiş olduğu bir kararında şu ifadelere yer vermiştir:
“Zeytinyağı
yüklü römork bağlı çekici ile iniş eğimli virajlı yolda seyrederken virajı
alamayarak yoldan çıkması sonucu çekicinin devrildiği, sigortalının öldüğü…
Olay iş kazası olup iş hukuku ve sosyal güvenlik ilkeleri çerçevesinde
değerlendirilmeye tabi tutulmalıdır. İşverenin
iş kazası sonucu meydana gelen zarar nedeniyle hukuki sorumluluğu, yasa ve içtihatlarla belirlenmiş olan ayrık
haller dışında, ilke olarak iş
akdinden doğan, işçiyi gözetme (koruma) borcuna aykırılıktan kaynaklanan kusura
dayalı sorumluluktur.”
C. İşverenin Hukuki Sorumluluğunun Kapsamı
İşverenin iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin
yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde ortaya çıkan hukuki sorumluluk, tazminat
sorumluluğu ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun rücu hakkı olmak üzere iki
şekilde meydana gelmektedir.
1. Tazminat
Sorumluluğu
a.
Maddi Tazminat
İşverenin hukuki sorumluluklarının başında
maddi tazminat sorumluluğu gelmektedir. İşverenin, iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerinin yerine getirmemesi veya eksik getirmesi durumunda, iş kazası veya
meslek hastalığı sebebiyle zarar gören işçiler, işverenin sorumluluk şartları
gerçekleşmişse, malvarlıklarında meydana gelen eksilmeyi işverenden talep
edebilirler.
Maddi tazminat talebi ne İş Kanunu’nda ne de
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda düzenlenmiştir. Bu sebeple iş kazası veya
meslek hastalıklarından doğan tazminat taleplerine ilişkin olarak TBK hükümleri
uygulanacaktır.
İş kazası ve meslek hastalığı sebebiyle işçi,
bedensel veya ruhsal bir zarar görmüş veya hayatını kaybetmiş olabilir.
Örneğin, maden ocağında çalışan bir işçi, ocakta meydana gelen patlama
sonucunda ölmüş olabilir veya vücudunda yanıklar oluşmuş olabilir. Çatıda
çalışan bir işçinin aşağıya düşmesiyle vücudunda kırıklar oluşmuş olabilir.
İşçinin yaşadığı kaza sonucu ruh sağlığını kaybetmesi de söz konusu olabilir.
İşçi, iş kazası veya meslek hastalığı sebebiyle bu tür bedensel ve ruhsal
zararlara maruz kaldığında, SGK tarafından karşılanmayan maddi zararı için
işverene başvurabilecektir. Yukarıda açıkladığımız üzere işçi ve yakınları
tazminat istemleri konusunda ister TBK madde 471/3 uyarınca sözleşmeden doğan
sorumluluk hükümlerine ister TBK madde 49 uyarınca haksız fiil hükümlerine
başvurabileceklerdir.
Maddi tazminat talebinin temel dayanağını TBK
madde 54’ün oluşturduğu söylenebilir. TBK madde 54’te bedensel zararlar; tedavi
giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden
doğan kayıplar ile ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar olarak
düzenlenmiştir. Ancak “özellikle” ifadesi kullanılarak bedensel zararların
yalnızca bunlarla sınırlı olmadığı ifade edilmiştir. Zarar gören, bu sayılanlar
dışında kalan zararlarını, bunların varlığını ispat etmek koşuluyla, talep
edebilecektir.
Maddi tazminat talebine ilişkin davada
taraflar; işveren, işçi (iş kazası veya meslek hastalığı işçinin ölümüyle
sonuçlanmışsa işçinin yakınları), işverenin yetkilendirdiği kusurlu üçüncü
kişiler, alt işverenlik ilişkisinde asıl işverenin işçileri asıl işverenin
işini görmekte iken iş kazası veya meslek hastalığı meydana gelirse her iki
işverendir.
Maddi tazminat hesaplanırken, iş kazası veya
meslek hastalığı hiç gerçekleşmemiş olsaydı işçi hangi maddi durumda
olacaktıysa o durumun sağlanması hedeflenir. Ancak maddi tazminatın nasıl hesaplanacağı
konusunda mevzuatta bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu sebeple, maddi tazminatın
hesaplanmasında Yargıtay içtihatlarından faydalanılmaktadır. Hesaplamada
dikkate alınacak faktörler olarak şunlar söylenebilir: işçinin meslekte kazanma
gücünün kayıp oranı, işçinin faal çalışma ve yaşam süresi ile malullük oranı,
işçinin ücreti ve işverenin kusurunun oranı.
b. Manevi Tazminat
Manevi zarar, bir kimsenin, hukuka aykırı
davranışlar sonucunda acı duyması, korkması, tedirgin olması, huzurunun bozulması
gibi kişi varlığında meydana gelen kayıpları ifade etmektedir. İş kazası veya
meslek hastalığı sebebiyle işçinin yaşadığı acı veya elemin para ile ölçülmesi
mümkün olmamakla birlikte bunun olabildiğince hafifletilmesi ve kişinin manevi
açıdan tatmininin sağlanması için manevi tazminata hükmedilmektedir. Yargıtay
bir kararında şu ifadelere yer vermiştir: “Manevi tazminatın tutarını
belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın
uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir.”
Yargıtay’ın daha önce vermiş olduğu bir
içtihadı birleştirme kararına göre, manevi tazminat için zarar ile eylem
arasında nedensellik bağı, hukuka aykırılık ve işçinin cismani zarara uğraması
koşullarının bulunması gerekmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, işçinin
manevi tazminat isteyebilmesi için, kazanma gücünde bir kayıp gerçekleşmesi
gerekli olmayıp, işçinin cismani zarara uğraması ve bu durum sebebiyle acı ve
elem duymuş olması yeterlidir.
Manevi tazminatı düzenleyen TBK madde 56
uyarınca, hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda,
zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar
verebilecek, ağır bedensel zarar veya ölüm söz konusuysa, zarar gören veya ölenin
yakınları lehine de manevi tazminata hükmedebilecektir.
Ölen kişinin hangi yakınlarının manevi
tazminat isteyebileceği somut olayın özelliklerine göre farklılık
gösterebilmektedir. Örneğin, ölen kişinin eşi ve çocukları manevi tazminat
isteyebileceği gibi, nikahsız eşi ile, kardeşleri, annesi, babası, akrabalık
bağı olmasa bile kişiyle duygusal bağı olan diğer kimseler manevi tazminat
isteyebileceklerdir. Ancak bu kişilerin, o kişinin ölümünden duydukları manevi
acıyı ortaya koyabilmelerine bağlıdır.
Manevi tazminatın nasıl hesaplanacağı
meselesi, maddi tazminatın hesaplanmasına göre daha zordur. Öyle ki, işçide
meydana gelen manevi zararın rakamsal olarak belirlenmesi, bu kavramın soyut
olması sebebiyle pek de mümkün değildir. Bu hesaplama yapılırken Yargıtay
kararlarında belirlenmiş olan özel koşullar dikkate alınacaktır. Bunlara örnek
olarak, işverenin kusurlu olması, manevi zararın önemli olması, iş kazasının
oluş şekli (trajik koşullarda gerçekleşmesi), tarafların ekonomik ve sosyal
durumları, ölüm gerçekleşmesi halinde ölen işçi ile manevi tazminatı talep eden
yakını arasındaki ilişkinin niteliği ve manevi acı ve ıstırabın ağırlığı
verilebilecektir.
Hâkim, manevi tazminatı belirlerken bu özel
koşullar ile birlikte, caydırıcılık unsurunun bulunmasına da dikkat edecektir.
Nitekim, Yargıtay bu doğrultuda Soma faciasına ilişkin olarak vermiş olduğu bir
kararında şu ifadelere yer vermiştir:
“Manevi tazminat davalarında, gelişmiş
ülkelerde artık eski kalıplardan çıkılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık
verilmektedir. Gelişen hukukta bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı
yöneltilen haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında
caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini
ortaya koymakta; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle
vurgulamaktadır.
Bu ilkeler gözetildiğinde; aslolan insan
yaşamıdır ve bu yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ızdırabı
hiçbir değerin telafi etmesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan sadece bir
nebze olsun rahatlama duygusu vermek; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat
ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırımla, caydırıcı
olabilmektir...... ili .... ilçesinde bulunan ... yeraltı maden ocağında
13/05/2014 tarihinde meydana gelen yargılamaya konu iş kazasının 301 kişinin
ölümüne ve 486 kişinin yaralanmasına yol açtığı, son yüz yılın en büyük iş
kazalarından birisi olan bu iş kazasının yalnızca iş kazasına uğrayanlarda veya
kazalıların yakınlarında değil toplumun tamamında derin bir üzüntü meydana
getirdiği, bu kapsamda Soma maden kazası gibi toplumu derinden etkileyen
facialarda hüküm altına alınan manevi tazminat tutarları değerlendirilirken manevi
tazminatın caydırıcılık unsurunun öne çıkması gerektiği kabul edilmelidir.”
Öğretide, manevi tazminat takdir edilirken,
“tazminatın zenginleşme aracı olamayacağı” anlayışının terk edilmesi gerektiği
ve yerel mahkemenin takdirine olabildiğince az müdahale edilmesi gerektiği
belirtilmektedir.
Ayrıca eklemek gerekir ki, manevi tazminat
taleplerinin kısmı dava şeklinde açılması, fazlaya ilişkin hakların saklı
tutulması, ileride artırılması veya ek dava açılması mümkün değildir. Çünkü
manevi tazminat, niteliği itibariyle bölünememektedir.
c. Destekten Yoksun Kalma Tazminatı
TBK madde 53/3 uyarınca, “ölenin
desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar” talep
edilebilmektedir. Bu doğrultuda, destekten yoksun kalma tazminatı, iş kazası
veya meslek hastalığı sebebiyle işçinin hayatını kaybetmesi halinde, “işçinin
iş kazası ya da meslek hastalığı sebebiyle hayatını kaybetmeseydi ömrünün geri
kalanında elde edeceği kazançlarından ayırıp yakınlarına yapması beklenen
yardımların peşin olarak ödenmesi” şeklinde açıklanmaktadır.
Yargıtay bir kararında destekten yoksun kalma
tazminatının konusunu ve amacını şu şekilde ifade etmiştir: “Yasa metninden
de anlaşılacağı gibi destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin
yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun
kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik
durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun
zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın
ödettirilmesidir.”
Destek kavramı, iş kazasına veya meslek
hastalığına uğrayarak hayatını kaybeden işçinin, bu durum gerçekleşmeseydi,
olası yaşam süresi içinde çalışarak elde edeceği kazançtan desteklenene
sağlayabileceği katkıyı ifade etmektedir. Burada önemli olan, söz konusu
desteğin fiilen ve devamlı olmasıdır ve destek olan işçinin bunu ailevi, dini,
sosyal, duygusal ve benzeri amaçlardan hangisine dayanarak yaptığının bir önemi
bulunmamaktadır. Ayrıca desteğin, kanundan ya da sözleşmeden kaynaklanan bir
bakma yükümlülüğünün sonucu olarak sağlanıyor olması da gerekmemektedir. Fakat belirtmek
gerekir ki, kanuna aykırı amaç kapsamında yapılan yardımlar için destekten
yoksun kalma tazminatı talep edilemeyecektir. Örneğin, birinin dolandırıcılık
suçu işlemesine yardım eden kişinin iş kazası veya meslek hastalığı sonucu
ölmesi halinde, işverenden destekten yoksun kalma tazminatı talep
edilemeyecektir. Ahlaka aykırı amaç kapsamındaki destekler bakımından ise
öğretide görüş birliği bulunmamaktadır. Bu doğrultuda, nikahsız eşin destekten
yoksun kalma tazminatı talep edip edemeyeceği meselesi bakımından, öncelikle
kimlerin desteklenen sıfatıyla destekten yoksun kalma tazminatı talep
edebileceğini ele almamız gerekmektedir.
Eş, çocuklar, ana-baba gibi yasal mirasçılar
desteklenen sıfatıyla destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilecekleri
gibi, yasal mirasçı olmamasına rağmen ölen işçinin sağlığında düzenli olarak
yardımını alan kimseler de bu talepte bulunabileceklerdir. Yargıtay bu kapsamda,
nikahsız eşin de destekten yoksun kalma talebinde bulunabileceğini şu şekilde
ifade etmiştir: “Gerçekten destek kavramı hukuki bir ilişkiyi değil fiili
bir durumu ifade eder. Ne hısımlığa ve ne de yasanın nafaka hakkındaki
hükümlerine dayanmaz. Medeni Yasa uyarınca evlilik bağı kurulmasa bile
karı-koca olarak bir araya gelerek bu amaç ve duygu ile yaşamın sürdürülmesi
karşısında, kadınlar için fiilen ve düzenli olarak onun geçimini kısmen veya
tamamen sağlayacak biçimde yardım eden ve olayların normal akışına göre, eğer
ölüm gerçekleşmeseydi gelecekte de bu yardımı sağlayacak bakım yükümlülüğünü
yerine getiren erkeğin destek sayılması gerekir. Bu nedenle, nikahsız eşin iş
kazası veya meslek hastalığı sonucu ölümü nedeniyle destekten yoksun kalmaya dayalı
olarak maddi tazminat davası açma hakkı vardır.” Bu konuda, nikahsız eşin
destekten yoksun kalma talebinde bulunabilmesi için beraberliğin ahlaki olarak
değerlendirilmesi gerektiği, yani kişiler arasında yalnızca medeni evlenme
merasimi gerçekleşmeksizin, ortak bir yaşam sürdürme amacına yönelik karı koca
ilişkisinin mevcudiyetinin var olması gerektiği ifade edilmektedir.
Destekten yoksun kalma tazminatı için iki
koşulun bir arada bulunması gerekmektedir: desteğin bakım gücüne sahip
olması ve tazminatı talep edenin bakım ihtiyacı içinde olması.
Desteğin bakım gücüne sahip olması, destekleyen kişinin ekonomik gücünün
bulunmasını ifade eder. Tazminatı talep edenin bakım ihtiyacı içinde olması
ise, bu kişinin devamlı ve gerçek bir ihtiyaç içinde bulunması gerekliliğini
ifade etmektedir. Bunun sonucu olarak, desteklenen kimsenin destekleyen işçinin
ölümünden sonra bakım ihtiyacının ortadan kalkması halinde tazminat isteme
hakkı sona erecektir. Buna örnek olarak, öğrenci bursu alan bir kişinin mezun
olup çalışmaya başlaması verilebilir.
2. Sosyal Güvenlik
Kurumu’nun Rücu Hakkı
İş kazası veya meslek hastalığı sebebiyle
işçiye veya yakınlarına ödeme yapan SGK’nın, bu iş kazası veya meslek
hastalığının gerçekleşmesine işverenin kastı veya iş sağlığı ve güvenliği
mevzuatına aykırı hareketinin neden olması durumunda yaptığı ödemeler ile
bağladığı gelirleri işverene rücu hakkı bulunmaktadır.